28 Aralık 2017 Perşembe



kapanmayan kapıların başında bekleyene,
içeri girebiliyorum diye üzülene



rüya, anlatıldı/ olay, gelişti
yazı ne yapsın


artık olmayan birinin intikamı adlı öyküler ilhamınısendenalır.
ilhamımısendenalırım.
şirketinin avukatı, dersinin hocası ve para üzeri telefon numaraları sahipleri
-senden beklemediğimi bekleyenler-
aynı öfkenin elinden cezalarını ayrı ayrı -defalarca- çekmek üzere
tekrara maruz/ hafızalar hep dolu.


havada asılı kalanlar/ en azından iddia edenler derneği
halka soruyor:
bunlar gücünü nereden alıyor
yörüngenden ayrılma yine
masif/ muhatapsın


tüfeksiz dürbün elde, bahissiz kupon
diğerinde
anmekan: kafa karışıklığı hipodromu
atlar sıçrar geri adımsız
ben sıçrayamam, niye
yaka kartına yazıyorum:
ziyaretçi değil
köyümüzün edilgen canisi, diye


kitabın ismime yerine ismimin
sınırlı sayı ve sevilen numara
"bir tümce"
konuşsak, neyi konuşacağız
"bir şeyin ancak..."
dil kökleri de aşınık yatakları da
"...nasıl olduğunu söyleyebilir,"
serzen/ kaç farklı açıyla bükülsün dil
anlaşmamızda ona ihtiyaç yoksa
"...ne olduğunu değil."


inkar, diyor, hayat doludur
bunu, aslında, ben
soru senden ve senin
"keşke mahvetseydim
diyecek misin"

de.







13 Ekim 2017 Cuma




“katı ve soğuktum, bir köprüydüm.”

-

nasıl bir soru bu?
mümkün. her soru gibi mümkün.
başlangıç için mümkün.
başlatır da.

-



Adım atıyor köprüde, sağa sola. Sırtını korkuluklara veriyor, iki eli yanda. Yaslan, dur.
ŞİMDİ NE OLACAK HA?


Hâlâ ilan yazdığı günler büroda. Bardak izleri masada,
hedefi bulmamış kağıtlar, tomarlar/ duvarda ve yerde ısrarla.

Yalnız değil. Ayakta. Masaya uzanmış, dirseklere kadar sıvalı iki kol: muhatap.
Sigarasını ağzından alan ve sonra geri koyacak olan ve bu sefer onun olan kol:
kendi kendine basit makine. Kafasında döndürdüğü dizeyi sorar gibi söylüyor.
(cevabı değil bitişi yokluyor):
  -dönebil diye hangi yola kavşak koyayım
İki kollu muhatap gülüyor:
  -gidiş yoluna tabii ki
Karşılıklı gülünüyor bu ucuz şakaya. Sigara elden bırakılıyor.




  Soru ne kadar sert sorulsa da sonuçta buruşturulup atılacak
 veya özenilerek katlanıp cüzdana saklanacak bir kağıda yazılacak.
  Soruyu mırıldanarak tekrarlıyor.
Şimdi… ne olacak…şimdi ne olacak…şimdiii…ne olacak…şimdi.
Kafasını öne geriye oynatıp kemik sesini duyuyor,
sonra da boynunu  sağa çevirip tükürüyor. Hali bir renk olsaydı
bu herhangi  bir renk olabilirdi, mat olmak şartıyla.
  Omzunu oynatıp ceketini düzeltiyor, hafif doğruluyor.
Sigarası dudağının sağ kıvrımında, sağ gözü yarı uykuda.
Elini ceketinin içine daldırıp iç cebindeki ortasından katlı bir tomar
kağıdı çıkarıyor. Korkulukların üzerine eğilip hafif sarkıyor.
Kağıtları katlanmış yerden açıyor, okumadan köprüden aşağı atıyor.





 Büronun masasına dayanmış,
dirseğe kadar kıvrılmış kollarıyla bir gömlek ve içi –beden.
Bir yerlerde dönen, dönüp duran bir alet mevcut.
Kağıtlardan, saçlarından ve dumandan/ belli.
Göz karşıda, nizam duvarda. Takvim, saatin altında.
Karşı bakış.
“Günleri yazdığı bu tomarı düzenleyip çerçeveler,
duvara asardı. Yaşamının ilanı. Kuvvetini tekrardan alır.”
Şüphesiz bunu söylerken ilhamı ve ithamı kendisiydi.



Şimdi burada, kendi zaman makinelerinde hep geleceğe ayarlı olan.
Şimdi burada şahitlerinden ve şahitliğinden kurtulmak üzere.

  Nihayetinde yok etmenin de bir şahitlik olduğunu, onu bu köprüye
 getirenin ancak bir akışın muhtemelleştirdiği  bir öteleme olduğunu…

Şimdi bu eğimin üzerindeki yegane stabil yerde,
köprü: akışın üstünde bir yapay denge.

Dünyaya takdim edildiği yerden
ve zamandan uzaklaşmış olarak
 bu köprüde;
 ayakta ve stabil/hâlâ

 -
                                                                         


  Kenar,nehir kenarı. Toprak, bildiğin toprak. İki çocuk; kardeş, küçük kardeş. Büyüğü ayakta, eli siper alnına. Suyun aktığı yöndeki o uzak köprüden boynunu çevirip mesafe kat ediyor kendince diğer uzağa: karşı kıyı. Küçük olan yerde, elleri de. Büyüğün aksine o yakın hissediyor kendini karşı kıyıya, suya dokunması sebep buna. Suyun aktığı taraftan berraklığı bozan beyaz bir leke geliyor gittikçe dağılarak. Küçük çocuk “Aa, bak!” diyor, “Köpük.” Büyük olan siper/el’iyle küçüğün kafasına vurup: “Siktir salak.” diyor, “Tükürük o!”