Birinci Kuşatma
İnsan, buruşturulmuş bir kağıt tomarının en içindedir. Kurtuluşunun yegane yolu uyanmak, durumunun farkına varmak, nihayet gerilip kağıtları tek tek açmaktır. O en buruşuk, en içteki, en sıkı kağıt bir şey saklıyor mudur içinde? Bir şeyi ıskalıyoruz: ya o en buruşuk, en içteki, en sıkı kağıt insanın ta kendisiyse? Ya katılmışsa kendi kuşatmasının en iç çeperine? ( Bu kağıtlar bir şeyleri muhafaza etmek için değil, dışarıyı kendilerinden muhafaza etmek için böyle iç içe buruşturulmuştur işte.) İnsan kuşatmadır kendine.
Birinci Kuşatmadan Kurtuluş
-Hareket-
Vücut
fonksiyonlarımda dalgalanma yok. Gözkapaklarımı, parmaklarımı hareket ettirmeme
bir engel yok. Buraya nasıl geldiğim dışında hatırlamadığım bir şey yok.
Vücudumun herhangi bir yerine yapıştırılmış hatırlatma notları yok. Kan
grubumda bir değişiklik yok. Kalkmamam için herhangi bir sebep yok.
Varlığın
olumsuzlanmasıyla harekete geçiyorum. Uyuyan dev bu sefer vertigo, uyanıyor.
Sendele, dur. Dikil. İyiyim, henüz. Kafasına tabanca kabzasıyla vurulan
adamların neden tereddütsüz bayıldığını anlıyorum, hızlı bir çözüm arayışına
giriyorum. Mahallemizin çorbacısı aklıma geliyor, yollanıyorum.
İkinci Kuşatma
İnsanın kendine mesken bellediği yer kuşatmadır kendisine. Onu muhafaza eden mekan dışarıyı da muhafaza eder ondan. Çünkü o tüm yapılamamışların acabasıdır. Eylemlerin potansiyelidir her daim. Mekan insan için rahatlığın ve alışkanlığın yeridir. Bu ikisi ve de kendisi toplamda üç gardiyanıdır insanın kendisinin mekan içinde. Bu kuşatmayı aşmak için şüphesiz ilk kağıt açılmalıdır önce. Devamı ancak bir şeyleri arkada bırakabilmeyi göze almakla mümkündür. Kaleler kuşatılır, kaleler de içlerindekini kuşatır.
İkinci Kuşatmadan Kurtuluş
-Terk Ediş-
Seksen altı basamak,
çık. Hastane yokuşu, çık. Ev arkada, kalsın. Yalpala, dur. Acil servis sakin,
devam. Taksici her zamanki yerinde, devam. Caddede trafik seyrek, devam. Çorba
servisi, devam. Her şey kesintisiz, muntazam. Çareye olan inancımı başka şansım
yokmuşçasına mercimeğe ve ekmeğe yatırıyorum. O kadar limondan sonra ayrılıp da
gelmem gerekiyor. Ayrılıyorum. Eve giden iki yoldan karanlık olan tarafa
meyledecekken duruyorum. En yakınımdaki trafik lambası benim için uzun uzun
kırmızı yanıyor. Duruyorum. Yaslanıyorum. Kafamı kaldırıyorum. Çeşit çeşit
afişler, turizm acentaları , doktorlar, banknotlar, senetler, palavralar.
Kırmızının yanına dört tekerlekli bir mavi yanaşıyor.
(Tanıdım. Bunlar onlar. Bunlar beni Kadıköy’de terörist, Fulya’da hırsız sananlar. Bunlar. Bunlar şimdi beni ne sanıyorlar?)
Beklediğim sorular silsilesinin ilki geliyor:
-Hayırdır?
Geveliyorum. Suçsuz görünmeye çalışmaktan (masum değil) cevap düşünemiyorum.
-Evim buralarda.
Arkamı göstererek “ Şuradaki çorbacıya geldim. Eve hangi yoldan dönsem diye düşünüyordum.” dedim. Ben bile tatmin olmamıştım cevabımdan. Onlar da tabii ki. Henüz konuşmayan diğeri arabadan indikten sonra “Pek bir alıcı gözle bakıyordun. Buralarda evler pahalıdır ama.” dedi. “Aynen, pahalı.” derken üstüm çoktan aranmaya başlıyor bile. Yanımda kimlik yok, ezberime güveniyorum. Tüm o GBT’lerden, DNA testlerinden böyle geçmiştim. O an yapabileceklerim üç alternatif senaryo olarak canlanıyor kafamda:
1. Ani bir hareketle yakındakinin kolunu büküp arkasına geç. Tabancasını diğerine doğrult ve eğer hala sakinsen “mors principium est” diye bağır. Yine de daha değil. İptal etme, ertele.
2. Kaç. Herhangi bir suçun olmasa da kaç. Çünkü
ne yaparsanız yapın, kaçsanız veyahut kaçmasanız bile-
Durmadan suçlusunuz
Durmadan suçlusunuz
3. Seri numaranı söyle. Salıverilmeyi bekle.
Rakamlar sanki bu
hayatta bana öğretilen ilk şeylermiş gibi düşünülmeden ve şaşmaz bir
kararlılıkla ağzımdan dökülüyor.
“Tamam temiz,
gidebilirsin.”
Gitmeden evvel şöyle
bir bakıyorum yüzlerine, “Kendinin bile
ücrasında olan ben nereye gideyim” diyecek oluyorum, demiyorum dilimin ucuna gelen her ne ise.
Üçüncü Kuşatma
Kendinizden kurtulsanız ve evden çıksanız bile kuşatmadasınızdır yine de. Özgürlük kavramının en büyük somutlayıcılarından biri olan sokak –ki o bile dikte edecektir yürüyüş ritminizi, çünkü dinamiktir ve alır içine sizi- tutulmuştur kendilerine köşebaşlarını tutmayı iş edinmişlerce. Üniformanın ciddiyeti vaat eder şiddetin terapisini. Bunlar görünmeyen duvarlardır(henüz) – ve de hareketli. Kaçacak olsanız peşinizdedirler, duracak olsanız ensenizde. Bu; bizim gün geçtikçe hissettiğimiz, giderek opaklaşan, çektikçe içimize ağırlaşan nefesimiz –kuşatmamızdır daimi.
Üçüncü Kuşatmadan Kurtuluş
Kurtuluş yok…